Öp ve Anlat
Son zamanlarda insanlardan uzak ve özgüveni yitik hissediyorum kendimi. Ülkeye hakim olan kriz paranoyasının yansıması olsa gerek, herkes yeni bir şeyler yapmaktan ve risk almaktan korkuyorlar. Bu da hayal gücünden tutun da umutlara, heveslere kadar ne kadar çok şeyi gölgeliyor tahmin bile edemezsiniz. Oturup bir kaç dakika düşünün. Emperyal korkuların gölgelediği bağımlı hayatlarımızda yarına dair nelerden vazgeçtiğinizi, nelerden vazgeçmek zorunda kaldığınızı düşünün. Bunun sebeplerini, çocukken inandığımız hayallerin yerlerini doldurduğumuz, topluma sunulan hazır paketlerden oluşmuş yapay umutları düşünün…
Karamsar olmak değildi amacım inanın. Ancak bu günlerde çok iyimser değilim, olamıyorum. Bu gibi zamanlarda en iyi yaptığım şeyi dışarı bakmak yerine kendi içime, derinliklerime bakmayı seviyorum ve kendime dair saplantılarımı keşfediyorum. İlk defa geçenlerde sadistçe zevklerim olduğunu kabullendim. Ancak hiç de zararlı bir şey değil bahsettiğim. Hepimizde birazcık olan şu minik sadistliklerden. Mesela çok uyanık geçinen insanların diğer insanları ve toplum için konulmuş kuralları hiçe sayarak bir işe girip bu işten olduğundan daha zararlı çıkmasından acayip keyif aldığımı fark ettim. Mutlaka hepimizin başında gelmiştir bu gibi durumlar. Bir kuyruktasınızdır (fatura, alışveriş, sinema…), biri yerini beğenmeyip aradan önlere kaynamak ister ama bir yetkili onu azarlayıp ta en arkaya gönderir. O insan orada kendini epey bir kötü hissederken ben bundan hoşlandığımı fark ettim. İnsanlar çoğu zaman nezaket kurallarının bir ananeler tortusundan ibaret olduğunu düşünürler oysa sıra örneğinde olduğu gibi buradaki uyanık geçinen insanın yaptığı diğerlerinin hakkını yemeye çalışmaktır, bu basit bir hareket gibi görülebilir ama zaten büyük kötülükler küçüklerinin toplamından ibaret değil de nedir ki? Ya da bu küçük kötülükler bizi büyüklere götürmez mi? Etik açılımlara giremeyecek kadar umursamaz hissediyorum kendimi, kusura bakmayın bu soruları düşünmek için sizi kendinizle baş başa bırakacağım.
Hım bakıyorum da ilk paragrafta bir toplum sistemini eleştirirken ikinci paragrafta da toplumsal yapı için ilişkisel kuralların önemine değinmişim. Daldan dala uçmadan ve kendi buhranlarımın takıntılı hezeyanlarına sizi sürüklemeden son bir öneri ile yazımı sonlandırayım. Bu aralar Alain De Botton’un Öp ve Anlat (Kiss and Tell) adlı kitabını okuyorum. Alain De Botton’u, Felsefenin Tesellisi kitabının yazarı olarak belirtirsem belki hatırlarsınız.
“Öp ve Anlat” adlı kitabında ise sıradan bir insan olan sevgilisinin biyografisiyle bizi şaşırtıyor. Bilirsiniz biyografiler ünlü insanlar üzerine yazılır oysa De Botton aynayı ters tutarak sıradan bir insanın basit hayatından bize sıcacık bir kitap çıkarmış ve aralarda da bir biyografinin nasıl yazılması gerektiği üzerine bize iyiden iyiye bir ders vermiş. Biyografi sevenlerin eğlenceli zaman geçirmek ve büyük beklentiler, derinlikli bilgiler beklemeden okumak için tercih edebilecekleri hoş bir kitap “Öp ve Anlat.”
Aralık 2008 – (Bu yılın da bitmesine çok az kaldı…)