• Bahadır İçel Kimdir?
  • Kitapları

Bahadır İçel

~ Bahadır İçel, Yazar

Bahadır İçel

Monthly Archives: Ekim 2009

Her Tür Yaratığın Başına Bela Bir Hırsız: Artemis Fowl

28 Çarşamba Eki 2009

Posted by bahadiricel in inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

artemis fowl, kitap, terry pratchett

artemis-fowl

 

Her Tür Yaratığın Başına Bela Bir Hırsız: Artemis Fowl

Artemis Fowl, kütüphanemin bir köşesinde bir süredir sessiz sakin bekliyordu. Stockholm’e yerleşen bir dostum kütüphanesinin yarısını bana bıraktığından beri okumak için sıra bekleyen kitaplar ciddi bir hacim oluşturmaktaydı.

Geçen hafta, elim kitaba gitti. İtiraf ediyorum arada bir çocuk kitapları okuduğum olur. Özellikle daha önce okuduğum bir gençlik kitabı olan Terry Pratchett’in “İnsanlığı Ancak Sen Kurtarırsın!” kitabı bana hoşça zaman geçirttiğinden ve hayal gücünün zenginliği beni büyülediğinden son zamanlarda gençlik romanlarına sempatiğim bile diyebilirim. Oysa birkaç sene evvel gençlerin hoşça zaman geçirmeleri için yazılmış basit birer tür olduklarını düşünürdüm.

Artemis Fowl’u elime aldıktan sonra üç gün içerisinde bitirdim. Hele ki hem iş hem de sosyal bir yoğunluk yaşadığım dönemde bu süre normalde “bir gecede bitirdim” demek gibi.

Sanıyorum ülkemizde dört kitap yayınlandı. Ben yalnızca ilk kitabı okudum ama biz eskilerin deyimiyle ilk cilt “tam macera”, yarım kalan hiçbir yeri yok. Kitap daha ilk anda beni vurdu. (Düzenli çeviriye rağmen ufak tefek hataları ve çocuk kitabı olmasından mütevelli basit dilini göz ardı ediyorum.)

Artemis Fowl, gerçeküstü yaratıkları dolandırmayı kafasına takmış bir suç dahisi ve yalnızca 12 yaşında. Kitap kötü adamı (aslında iyi niyetli ancak kötü yolları kullanmayı tercih eden bir çocuk) baş karakter olarak seçme cesaretiyle büyük bir artıyı önce hak ediyor. Ondan sonra adım adım onu gözümüzde sempatikleştirirken iyi ve kötü kavramıyla bir güzel oynadığı gibi periler, goblinler, sentorlar gibi yeraltında insanlardan gizlice yaşamayı tercih etmiş sihirli yaratıkların bürokrasisi ve yaşam stilleri ile de insanlığın hal ve gidişatını ciddi alegorilerle ti’ye alıyor. Üstüne üstlük keskin derecede de yaratıcı. Zaman durduran kalkanlar, ateş topu fırlatan goblinler, fantastik dünyanın polisleri Leprauchanlar (LEPler), biyolojik bombalar ve dişleriyle kazdıkları taşı toprağı anında sindirim sistemlerinden geçirip pantolon kapaklarından atıveren cüceler…

Kaotik bir kakafoniyi andırsa da hesaplı bir matematik ve sistem içerisinde gelişip kendini sunan kitap; babası kayıp, annesi hasta ve aile mirası olan “yasal olmayan işleri” devralan zeki mi zeki başkahramanı ile Artemis Fowl bence son zamanlarda özellikle gençlik romanları arasında Harry Potter gibi popüler türevlerinden daha etkileyici. Devam kitaplarını okumadığım için bir yorum yapamayacağım ancak biraz çocuklaşmak, gerçeğin o daraltan duvarlarından atlayıp kaçmak için eğlenceli bir öneri. Ancak sonuçta sadece bir çocuk kitabı, kalıcı bir mesajı, edebi ya da felsefi bir derinliği yok.

Dip Not: Bir gün böyle keyifli ve ilginç bir çocuk kitabı yazmak isterim doğrusu ama henüz çocukları anlamak için biraz daha “büyümeye” ihtiyacım varmış gibi hissediyorum…

Bahadır İçel

Reklamlar

Ah Şu Amerikan Dizileri: Alf

20 Salı Eki 2009

Posted by bahadiricel in inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

alf, dizi, müşfik kenter

ALF

Alf

İşte ekranlarımızın en eğlenceli ve unutulmaz yaratığı. O dönemlerde çocuk olup, Alf’i izleyip de sevmeyen biri yoktur kanaatimce. Çocuklar olduğu kadar ebeveynlerini de ekran başına toplayan Melmac’lı, başlıca sofra zevki kedi olan bu ufak tüylü yaratık Tanner’ların garajına düştüğünden beri dünya tüm izleyiciler için hiç aynı olmadı. Dört yıl boyunca Amerika ekranlarında sevilerek izlenen ve pek çok ödül almış bu komedi dizisindeki sevimli başrol yaratığımız genellikle mutfağı havaya uçurmak, oturma odasını yıkıp dökmek, komşulara korkunç zamanlar yaşatmakla uğraşırdı. Yine de onun ve ona duyulan sonsuz sevgi ile olayların üstesinden gelen Alfimiz daha sonraki yıllarda film olarak da ortaya çıkmış olsa da dizinin başarısını yakalayamadı. Anılarımızda ve dünya televizyon tarihindeki yerini almayı başardı.

Dip Not: Zannediyorum bu sevimli yaratığa Türkçe sesini veren Müşfik Kenter’in dizinin ülkemizde de sevilmesinde önemli bir payı olsa gerek… (Teklif ilk Gazanfer Özcan’a gitmiş oysa, kime niyet kime kısmet…)

Edebiyatın Facebook’u: Edebiork

16 Cuma Eki 2009

Posted by bahadiricel in Günlük, inceleme

≈ 1 Yorum

Etiketler

edebiork, edebiyat, facebook

edebiork

Edebiyatın Facebook’u: Edebiork

Kısa bir süre önce beta yayınına başlayan Edebiork hem konsepti hem de içeriği itibarıyla geleceğe dönük “farklı” yaklaşımlardan biri olarak bize göz kırpıyor.

Sitede Facebook’ta olduğu gibi bir profiliniz var, arkadaş grubunuzu oluşturuyor ve sosyal zincirinize kattığınız insanları takip edebiliyorsunuz. Onlar da sizleri takip ediyor. Ayrıca çeşitli aktivitelerden aldığımız puanlarla popülaritesi artan bir profilimiz, kitap, ünlü ve anket veri tabanı, ille de forum diyenler için de bir forumu içinde barındırıyor.

Daha çok özelleştirilmiş bir Facebook gibi düşünmek lazım. Zaten gücü ve farklılığı da buradan geliyor, alıştığımız tek yönlü blog siteleri, forumlar ve e-dergilerden ziyade tamamen amatör olarak bir şeyler paylaşan, birbirilerinin yazılarını okuyup yorum yapan, üstüne üstlük sadece bu açılardan değil fotoğraflar, kişisel durumlar gibi daha samimi aracılarla pekiştirilen bir ortam söz konusu. Fırsat buldukça ziyaret ettiğim henüz çiçeği burnunda bir oluşum. Zamanla içeriği zenginleşecek ve güçlenecek…

Temeli edebiyata dayanan bu tarz inovasyonları öncelikle en azından birer edebiyat sever olarak desteklemek ve alkışlamak gerekiyor.  Site yöneticileri pek çok aplikasyon ile siteyi ileri yönelik olarak inanılmaz boyutlarda geliştirip zenginleştireceklerini beyan ediyorlar. Elbette bunu zaman ve ilgi gösterecek ancak ben şimdiden olabilecek fikirlerle heyecanlanmaya başladım bile.

Şimdilik edebiyatta benimle ortak zevkleri paylaşan insanların profillerine sızarak kendi çarpık aynamdan bakmak bana eğlenceli geliyor. Devamını de merakla bekliyoruz…

Ziyaret Etmek ve Katılmak İçin:  www.edebiork.com

Bahadır İçel

Ah Şu Amerikan Dizileri: Kara Şimşek (Knight Rider)

14 Çarşamba Eki 2009

Posted by bahadiricel in inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

dizi, kara şimşek, kitt, knight rider, mike, Pontiac Trans Am

hoff-knight-rider

Kara Şimşek (Knight Rider)

Akıllı bir araba fantezisi bizleri sürekli birlikte yaşadığımız bu araçlarla yakınlaştırsa da araba her şeyi yapıyor diye başını sıklıkla belaya sokmaktan çekinmeyen bir sürücü bir süre sonra sinir bozucu olmaya başlıyor. Mike maceradan maceraya koşup dursun “Şunu yap KITT, bunu yap KITT” derken Tarkan’ın kurdundan daha fazla çile çekmiştir bizim araba robotumuz. Bir dönem boyunca arabalara sağdan sola kayan ışık taktırmamıza, “Koçum Murat, koş iki ekmek bir paket de sigara kap gel!” esprileri yapmamıza sebep olan Kara Şimşek, Amerika’da 1982’den itibaren dört sezon boyunca yayınlanmış olsa da ülkemizde sanki yıllarca yayınlandı. Ancak sanayi sitelerini ve araba parçacılarını az çok zengin etmeye yarayan bu macera dizisi ülkemizde bir ayrı sevildi onu da unutmamak gerek. Hayır Mike ondan sonra Baywatch dizisine geçip de Pamela ve bilumum güzel hatunla ayrı ayrı maceralara girdi bir ayrı kıskandık o apayrı. Önce akıllı arabalar, sonra güzel hatunlar… Ah ulan Mike ahh… (Bu arada Kara Şimşek dediğimiz araba Pontiac Trans Am imiş.)

Dip Not: Daha sonra bir kaç televizyon filmi olarak arzı endam eden Kara Şimşek geçen sene Amerika’da yeni bir kadro ve yepyeni bir araba olarak ekrana geri döndü. Bu sefer görünmez olabilme ya da şekil değiştirebilme yetilerine sahip olduğunu gördük. Ancak dizi bir süre yayınlanıp durduruldu. Tutmadı mı yoksa pat diye ara mı verdiler, net bir açıklama yok…

knight rider 2008

Markanı Bil Markanı, Yoksa Öcüler Yer Paranı…

09 Cuma Eki 2009

Posted by bahadiricel in inceleme

≈ Yorum bırakın

Etiketler

fark yaratmak, marka, marka bilinirliği, marka farkındalığı, marka hatırlanabilirliği, marka yaratmak, reklam

brands

Marka Bilinirliğini Arttırmak

Ne yazık ki tükettiğimiz bilginin yanına bile yaklaşamayacak kadar bilgi üretebiliyoruz. Tükettiğimiz bilgi miktarı da tartışılır gerçi…

Mevzubahis yazımızda iki noktanın altını çizeceğiz;

  1. Marka bilinirliği nasıl arttırılır?
  2. Marka farkındalığı yaratmak nasıl bir süreç izlenir, nasıl tanıtım yapılır?

Yalnızca reklam yapmak marka olmak değildir. Marka bilinirliğini arttırmak için doğru, kaliteli, entegre reklam gerekir.

Doğru Reklam: Hedef kitle ve pazara ulaşan reklam.

Kaliteli Reklam: Özgün, yaratıcı, akılda kalıcı reklam.

Entegre Reklam: Birbirini destekleyen mecralarda eş zamanlı süre giden reklam çalışmaları.

“Eğer reklam yapmazsan marka olamazsın…” sözü doğru bir çıkarım olsa da eksik ve yetersiz. Evet, bir ürün kendini tanıtmadan marka olamaz. Belki bundan yirmi sene önce, ürün çeşitliliği ve Pazar globalliği söz konusu değil iken yalnızca eksik bir ihtiyacı karşıladığı için marka olan şirketler söz konusu idi. Ancak günümüzde her ne kadar kaliteli, fark yaratan ürünler üretirseniz üretin, herhangi bir reklam sürecinden geçmeden markanızı en üst lige taşımanız mümkün değil. (Reklamı televizyon, gazete, internet ve billboard gibi outdoor mecraları ile kısıtlama hatasına düşmeyelim gerilla reklamcılık, ağızdan ağza reklamcılık, sosyal kampanyalarla tanıtım, kültürel etkinlikler ile haber değeri kazanmak gibi pek çok süreç de kurumsal iletişim süreçlerine dahil olduklarından bunları da bir tür reklam olarak nitelemeliyiz.)

Marka Dediğin…

Marka kavramı üzerinde birazcık duracak olursak. Marka, stratejik bir araçtır. Kar ve büyüme sağlayan stratejik bir araçtır. Markanızın bilinirliğini arttırdığınız anda bilinçli tüketicinin geri dönüşümünü fark edilir boyutlarda gözlemlersiniz. Aksi halde bilinmeyen bir marka için yapacağınız tüm çalışmalar karaya tutulan bir fenerden ibarettir, oysa gemiler denizdedir ve yüzünüzü denize çevirmeniz gerekmektedir.

Günümüz dünyasında bireysel ya da kurumsal bazda müşteriler tercih yaparlar. Tercih kriterleri de daha evvel aldığı ürün/hizmetten yaşadığı memnuniyet, ücret, kalite, hizmetteki bir fark gibi çeşitlendirilebilir. Ancak esas olan şudur ki tercih yapabilmeleri için önce tercihleri arasında sokacakları ürünü/hizmeti bilmeleri, tanımaları gerekmektedir.

wihout a brand name

Peki nasıl marka olunur?

1. Kurum marka olma kararı alır. (Öyle parça parça, yatırım yapılmadan ve bütünsel karar ve sahiplenme olmadan yapılan çalışmalar kısa süreli ve geçici olacaklardır. Kurumun marka olma kararının arkasında durması gerekir.)

2. Marka Konsepti oluşturulur. Markanın tanıtımı yapılır. (Nasıl bir yol izlenecek? Nasıl bir lansman yapılacak? Televizyon, basılı medya, raf üzeri gibi satış noktası reklamları, internet… Hangi mecralar kullanılacak? Nasıl entegre edilecekler?)

Marka bilinirliği sınırlı bir tanımlamadır. Marka bilinirliği sağlandıktan sonra marka hatırlanabilirliği konusunda da alt yapı hazırlanmalı ve böylece “marka farkındalığı” sağlanmalıdır. (Coca Cola, McDonalds, Boyner, Nike, Ülker, Tat gibi kurumların adı geçtiği anda bile sunduğu ürünler, logoları, nerede nasıl bulabileceğimi hatırımıza gelir çünkü bizde marka farkındalığı yaratmışlardır.)

Marka farkındalığı yalnızca hatırlanan bir logo ya da görsel kimlik değildir. Bu markaların ürünlerini tüketmesek bile sürekli bir yerlerde karşımıza çıkıp kendilerini bize hatırlatırlar. Bu hatırlatmalar için ille de büyük bütçeli reklamlara gerek yoktur.

Örneğin;

  • Mentos şeker kolaya atıldığında bir yanardağ gibi kolayı püskürtür. (Gerçek efsaneler yaratmak.)
  • Üsküdar Kanaat Lokantası 75 yıldan uzun süredir hizmet vermekte, en lezzetli ürünleri sunmakta ve kredi kartı kabul etmemektedir. Bu son detayıyla da övünür. (Güçlü bir geçmiş ve farklılık yaratmak.)
  • İnci Pastanesi, Türkiye’de ilk profiterolü yapan yerdir. (İlk olmak.)

Son saydığım kurumların hemen hemen hiç reklam gideri olmasa da İstanbul’un büyük kısmı tarafından tanınmaktadırlar. Sürekli kalabalık olan ve üst düzey hizmet veren yerlerdir. Adları internete girildiğinde sayfalarca sonuç verir.

Marka bilinirliği oluşturulduktan sonra kalıcılık için marka hatırlanabilirliği ve marka farkındalığı olmazsa olmazdır.

Peki, etkili ve güçlü bir marka bilinirliği nasıl oluşturulur?

Yılda üç bin kadar yeni markanın pazara girdiği bir dönemde yalnızca yapılması gerekenleri yapmak yeterli olmayacaktır. Marka olmak için genel geçer kurallar söz konusu olsa da her kurum yapısı, hizmet verdiği sektör, hedef kitlesi gibi pek çok etkenden dolayı kendine özel bir marka bilinirliği oluşturma sürecinden geçmelidir.

Bu kriterlerin en güçlüsü şüphesiz ki Hedef Kitle’dir. Hedef kitlesini çözmüş kurumlar güçlü ve kalıcı markalar oluşturmuşlardır. Hedef kitle belirlemek marka gücü yaratmak adına atılmış ilk adımdır da. Marka adına çalışmak için izlenecek yol kabaca şöyle özetlenebilir; hedef kitle belirlenir, ürün ve hizmet marka görseli, içeriği, paketi, biçimi vs. ile hedef kitleye uygun halde olacak şekilde geliştirilir. Marka için reklam ve promosyon çalışmalarına başlanır.

Hedef kitle belirlerken sorulacak sorular aslında basit ve nettir;

  • Kimlerin benim ürünüme/hizmetine ihtiyaçları var? Hangi cinsiyet, hangi yaş, hangi bölgede yaşayan…?
  • Finansal olarak benim ürün/hizmetimi satın alma gücüne sahipler mi? Hangi ücret grubuna/aralığına hitap ediyorum?

Bu soruları takip eden sorular da zaten benim tanıtım sürecimi şekillendirmeye başlayacaktır;

  • Neden benim ürünümü/hizmetimi alsınlar? Benim farkım ne? Benim ürünümü/hizmetimi alma kararını verme yetkinlikleri var mı?

Markayı Podyuma Çıkarmak

Ürününüz/hizmetiniz için en ergonomik, en nefes kesici, en verimli hali oluştursanız bile onun bu niteliklere sahip olduğunu anlatamadığınız sürece yaptıklarınızın hepsi koskoca bir hiçtir. Nasıl ki bir modacı en özgün dizaynları yapmış olsa da çalışmalarını podyumdaki mankenlerin üzerinde sergilemedikçe ün, başarı ve para kazanamaz ise marka da podyuma çıkmadıkça size geri dönüşüm sağlamaz.

Marka bilinirliğini ve farkındalığını arttırmaya yönelik reklam hususuna girişte genel olarak değindik. Şimdi ise bu sürecin yani reklam sürecindeki “marka”nın duruşunun nasıl olduğuna dair birkaç ipucu vermek yerinde olacaktır;

Gerçekten fark yarattığı gibi duygusal olarak da fark yaratmalıdır. Öncelikle Türkler olarak duygusal bir milletiz. Sevdiğimiz şeyi sahiplenir, sahiplendiririz. Reklamlarınızı, tanıtım çalışmalarınızı hazırlarken bu önemli detayı asla gözden kaçırmamalıyız. Markanız insanların yüreğindeki gizli tutkulara, bam teline dokunmalı.

Örneğin; Bu deodorantı kullanırsanız karşı cinste arzu yaratırsınız./Bu kahveyi sadece zeki ve başarılı insanlar içer. /Bu arabayı yalnızca zenginler kullanır.

Toplumun nabzını tutmalısınız. Ürettiğiniz ürün ya da sunduğunuz hizmet yalnızca bir kişi için değildir. Belli bir azınlık için bile olsa bir “topluluk” içindir. İnsanların sempatisini kazandığımız an marka farkındalığında bir adım öne geçmiş oluruz. Bu kazanım için sadece ilginç, sevimli ya da esprili reklam çalışmaları yeterli değildir. Festivaller düzenlemek, sosyal yardım kampanyalarında bulunmak, eğitim ve kültür etkinliklerini desteklemek gibi toplumu kaynaştıran o tutkalın arasına sızmanız gerekir.

Değerlerinizi müşteriniz belirlesin. Günümüz toplumu televizyon, gazete, internet vb. pek çok kaynaktan aldığı bilgilerle donanımlı durumdalar. Eğer siz hiç “eğitim projesi” yapmadıysanız. “Eğitime destek veren.” bir imajın içini dolduramazsınız. Ürününüz/hizmetiniz satış konusunda belli rakamlara ulaşmadıysa “En çok tercih edilen marka.” olamazsınız. Yalnızca farklılığınızı ön plana çıkarırsınız ancak zaman içerisinde müşteri ürün/hizmet kalite ve performansınıza göre sizi kafasında/pazarda konumlandıracaktır. Marka çalışmalarınızı o yönde güçlendirip kendinize yeni ve çok daha karlı bir yol belirleyebilirsiniz.

İletişimin kuralları ve sınırları yoktur. Aman kelamımız yanlış anlaşılmasın, yasal olmayan şeylerden söz etmiyoruz. Ancak bir firma bir yoldan başarılı olduysa diğerinin aynı yolla başarılı olacağı garantisi yoktur. Kendi yol ve yöntemini, kendine uygun olanı kendi belirlemelidir. Kendi pazarının sınırları içinde kalmak zorunda değildir. Örneğin yurt dışında ve içinde pek çok elektronik firması müzik aleti ve televizyon üretirken bilgisayar kullanımının gelişimini gözlemleyip yeni iletişim kanalları açarak çeşitli ortaklarla bilgisayar üretimine girmiş ve başarılı olmuşlardır. Hem yeni ürünlerinde hem de pazarlarında ciddi bir sıçrama yaratmışlardır. Markalarının odak noktalarına bu ürünleri taşımışlardır. Sektörün kurallarını yıkmak çoğu zaman iyi sonuç getirir. Ancak bu verilen hizmet/ürün kalitesinde düşüş yaşatmamalı, doğru kararlar ile doğru odaklanmalar ile yapılmalıdır. Her yeni ürüne/hizmete atlamak daha çok risk ve maddi kayıplar getirebilir.

Reklam ve marka farkındalığı süreci için de bu geçerlidir. Son dönemlerde pek çok firma “Gerilla Pazarlama Yöntemleri” kullanarak akıllara kazınmıştır. Farklı reklam ve tanıtım yöntemleri, farklı tanıtım ve reklam ortakları dönem dönem denenmeli ve marka farkındalığı taze tutulmalıdır.    

Detaycılık önemlidir ama detay takıntısı… Aslında bu husus elle tutulur verilere sahip olmadığımızdan hala pek çok tartışma konusudur. Yalnızca sizi doğru, eksiksiz ve detaylarda hataya yer vermeyecek şekilde anlatan marka indikatörleri seçin. Detaylara boğulursanız o işin içinde çıkamazsınız ve unutmayın her reklamda itiraz edebilecek bir detay bulabilirsiniz…

Doğru konumlandırma. Markanızın GPRS’i yok. Ne ürettiğiniz, kime ürettiğinizi, nasıl sunduğunuzu iyi tanımlamanız gerek. Konudan birazcık sapmayı göze alarak bir örnek verme cesaretinde bulunacağım.

Örneğin şeker üretip satan bir üreticisiniz. Toz Şeker, Küp Şeker, Pudra Şekeri gibi ürünleriniz var, bunları 1 Kg. paketler halinde satıyorsunuz. Şimdi ofis içi kullanım için bir müşteriden bunları 10’ar gramlık minik paketler halinde talep aldınız. Bunu kendi üretim zincirinize dahil etmek gerekir mi? Yoksa dışarıda mı ürettirip sunmalısınız? Başka müşteriler de bu hizmetle ilgilenir mi? Dahil edilirse markanın altında bunun lansmanı ve reklamı yapılmalı mı? Reklamı yapılmazsa tek müşteri için kendinizin üretmesi maliyetli olur mu?… Bu sorular arasında kaybolup gidersiniz. Burada asıl mesele sizin kendinizi nasıl konumlandırdığınızdır.

Böylesine bir süreç için büyük stratejiler üretmeye, devasa tanıtım yatırımları yapmaya gerek yoktur. (Kim bilir belki de vardır ancak tek taleple bu taşın altına girmek büyük bir risktir.) Siz kimsiniz, ne satıyorsunuz ve ne değer katıyorsunuz? Eğer bunu uygun bir dille anlatırsanız müşteriniz sizden ne isteyeceğini iyi bilecek ve o doğrultuda talepte bulunacaktır. Sizin de şirketiniz için vereceğiniz stratejik kararları kendi verilerinizle doğru bir şekilde yapmanıza fırsat kalacaktır. Eğer müşterilerimin tüm sorunlarını çözerim diyorsanız bu ürünü yaparsınız ve marka değerinize bunu katarsınız ancak kimse Wolkswagen Beetle fabrikası arayıp da jip sipariş etmez.

Sonuç Niyetine…

Dünyada doğru marka yapıları ve tutarlı kimlikler uzun vadede tartışmasız kazanırlar ancak ülkemizde anlık vurgun peşindeki şark kurnazları geçici çözümlerle kurumları büyük meblağlar döktükleri ve o an için karlı görünen ama geçip gidecek ve uzun vadede kuruma hiçbir anlam katmayacak çalışmalar sunmaktadırlar. Elbette kazandırdığı sürece kısa vadeli çözümlere başvurulmalı ancak bunlar büyük haritanın içinde uzun vadeli olabilecek şekilde konumlandırılmalıdırlar. Kurum kimliğine ve marka bilinirliğine zarar vermemeleri gerekir.

Bir Markanı Olmazsa Olmazları:

Marka, bilgi vermeli!

Marka, ayırt etmeli!

Marka, cezbetmeli!

Bahadır İçel – Reklam Heveslilerine

Dip Not: Reklam yazılarımı kendi tecrübelerim ve çeşitli kaynaklardan zamanında edindiğim bilgilerle yoğuruyorum. Alıntı yok, eksiksiz ve kesinlik taşıyan doğrular içeren akademik detaylar yok, aklımda nasıl şekillendiyse…

Stargate Evreni’ne Yeni Bir Yaklaşım: Stargate Universe

07 Çarşamba Eki 2009

Posted by bahadiricel in inceleme

≈ 2 Yorum

Etiketler

Bilimkurgu, dizi, stargate, stargate universe, yıldız geçidi

stargate-universe-poster

Stargate Evreni’ne Yeni Bir Yaklaşım: Stargate Universe

Ekim başı itibarıyla Amerikan Syfy kanalı yeni bir diziye start verdi: Stargate Universe. Stargate SG 1 ve Stargate Atlantis sonrasını anlatan, adından da gayet açık bir şekilde anlaşılacağı üzere Stargate filminden esinlenen bu “evren” üçüncü dizisini de doğurdu. Daha öncekilerin on sene ve beşe sene gibi uzun süreli yayın hayatları oldukları için Stargate’in ileride muadil bir Star Trek olacağını düşünenlerdenim.

Stargate Universe’e gelecek olursak. Bu yeni dizi, özel bir Yıldız Geçidi aracılığıyla galaksiler ötesinde hızla ilerlemekte olan kadim bir uzay gemisine yolculuk eden ve bu eski, dökülme alametleri gösteren gemide mahsur kalan bir grup insanı konu alıyor. Biraz Battlestar Galactica ile Star Trek kırması gibi görünse de beslendiği Stargate kültürüne ihanet eden bir yaklaşım henüz göremedim. (Bu yazıyı yazarken henüz ilk iki bölümü izleme şansı bulduğumu belirtmeliyim.) Kahramanlarımızın kontrolleri dışında yolculuk eden bir gemi, “kimsenin gitmediği yerlere” yolculuk ederken insanlar arasında da bir karar mücadelesi var. Geri dönmek için mi uğraşmalılar yoksa bu geminin “kader”ine mi ortak olmalılar? Zira geminin adı “Destiny”(yani Kader).

İlk bölümde kahramanların bu gemiye gelişini anlatan “flashbackler” ile “Lost”a da göz kırpsa da ileride bunları görmeyeceğiz diye düşünüyorum. Bu yöntem kahramanları daha iyi tanımamız ve hikayenin bulunduğumuz noktaya nasıl geldiğinin anlatılması için kullanılmış gibi duruyor.

Daha önceki dizilere göre artıları ve eksilerine de kısaca değinmek gerekirse; karakterler daha gerçekçi, çok daha derinlikli ve işlenebilir görünüyorlar. Daha önceki dizilerdeki gibi “evrenin en zeki adamları”, “yüzlerce uzaylıyla tek başına savaşacak askerler” gibi yüceltmelere yönelik bir ipucu görmedim, bu sefer karakterlerimizin daha çok “zaafı” var. Bu da aksiyonu düşürüyor. Kişisel sorgulamalarla dolu uzun diyalogları ve dramatizasyonu getiriyor. Battlestar için tutmuş bir formül acaba Stargate evreninde ne kadar işe yarayacak? Ne kadar sürdürülebilecek? Ancak gizemli, ağır anlatı stili ileride bırakılıp de eski dizilerdeki “sığlığa” (lütfen negatif algılamayın, ben de bir Stargate hayranıyım ancak eski dizilerdeki karakterlerin tek yönlü ve sığ olduğunu kabul etmemiz gerek.) geri dönüp de aksiyon ve görsel efekte sarılırlarsa bence ciddi anlamda düşüşe geçerler. Uzun diyalogları da dengelemeliler, yoksa seyirciyi sıkmış olurlar.

En büyük kozları gizem, bilimkurgu yoğunluğu, görsellik ve şu anda devam eden tek “uzay dizisi” olmaları gibi duruyor. (“Star Wars: Clone Wars” animasyon dizisini saymıyorum ancak en az bir dizi kadar başarılı senaryosu ve muazzam görselliği ile zira Clone Wars da bilimkurgu sevenlerin kaçırmaması gereken bir deneyim.)

stargate-universe1a

Umuyorum ki Stargate Universe bu artılarını geliştirir ve sezon ilerledikçe bize tadına doyamayacağımız, özgün, yaratıcı ve şaşırtıcı hikayelerle bezenmiş bölümler sunar. Biz de aklımızdaki sorulara tatmin edici yanıtlar bulur ve endişelerimizi unutup gideriz.

Zamanla dizi kendini nasıl konumlandıracak? Bir melez olmasına rağmen özgünlüğünü yaratıp sıyrılabilecek mi yoksa sonradan ekleme bir organ gibi sarkacak mı? Zannediyorum izleyip öğreneceğiz…

Keyifli Seyirler Dileğiyle…

Bahadır İçel

Ah Şu Amerikan Dizileri: House M.D.

05 Pazartesi Eki 2009

Posted by bahadiricel in Uncategorized

≈ Yorum bırakın

Etiketler

dizi, gizem dizisi, house m.d., tıp dizi

house_md_ver2

House M.D.

Dahi, uyuşturucu bağımlısı, sözünü esirgemeyen ve hastalarına asla güvenmeyen bir doktordan bahsediyoruz; Gregory House. Ancak o şüpheci tavırları, olağanüstü yöntemleri ile adı bile konulmayan hastalıkları bir dedektif gibi çözmekte onun üstüne yok. Tıp dizileri ile dedektiflik dizilerini harmanlayan ve bastonunu eksik etmeyen sakat ancak dahi bir kahramanı olayların odak noktasına yerleştirerek bu türlerin meraklılarında bağımlılık yaratabilecek kadar başarılı bir dizi “House M.D.”  Genç doktorlardan (oyunculardan – dizi boyunca gerçek bir doktor olduklarına o kadar ikna ediyorlar ki sizi dışarıda görseniz doktor diye danışmaya gidersiniz…) kurulu ekibi ile dinamiği arttırılan dizinin özellikle gerçek tıp danışmanları ile hazırlanıyor oluşu onu diğer örneklerinden eşsiz kılıyor. Şüphesiz en büyük kozu da baş roldeki Hugh Laurie’nin mükemmel performansı…

Rahatlıklı söyleyebilirim ki an itibarıyla izlediğim dizilerin arasında  en başarılısı. Beş yılı geride bıraktı ve hiç eskime alameti göstermedi…

house_md_poster4watch-house-season-6-episode-1-s06e01-6x01-online-free-streaming

Lost: Nihayete Ererken…

01 Perşembe Eki 2009

Posted by bahadiricel in Günlük

≈ Yorum bırakın

Etiketler

dizi, final season, lost

Lost’un Final Sezonu Ocak 2010’da başlıyor.  Henüz üç aydan daha uzun bir bekleme süresi söz konusu olsa da dizininin son sezonu için tanıtım çalışmaları başladı. Görünen o ki her herkes geri dönüyor. İşte aşağıda bir görsel, peki John Locke neden farklı durmuş acaba?

lostfinal

afiş alıntı amerika a takımı atatürk aydınlık aşk Bahadır İçel başka öyküler başlangıç bbc benim adım z Bilimkurgu cihatopya dark tower dexter distopya dizi fantastik film firavunlar fuar gezi gezi parkı gizem gunslinger güncel Hikaye hollywood house imza imza günü inceleme islam istanbul istanbul efsaneleri izmir iş kara kule karanlığın ötesinde Kedi kitap kitap fuarı korku Kırklareli kıyamet lost mitoloji postapokaliptik reklam roman Schrödinger sinema son stargate stargate universe star trek star wars stephen king söyleşi tanrının üvey evlatları tenten teori terör vampir walking dead yalnızlık yazmak zaman yolculuğu zombi çizgi roman ölüm özlem ütopya şiir

Sayfalar

  • Bahadır İçel Kimdir?
  • Kitapları

Arşivler

  • Ocak 2019
  • Mayıs 2017
  • Ocak 2017
  • Mart 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Ekim 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Kasım 2012
  • Mart 2012
  • Ekim 2011
  • Eylül 2011
  • Haziran 2011
  • Mayıs 2011
  • Nisan 2011
  • Mart 2011
  • Şubat 2011
  • Ocak 2011
  • Aralık 2010
  • Kasım 2010
  • Ekim 2010
  • Eylül 2010
  • Ağustos 2010
  • Temmuz 2010
  • Haziran 2010
  • Mayıs 2010
  • Nisan 2010
  • Mart 2010
  • Şubat 2010
  • Ocak 2010
  • Aralık 2009
  • Kasım 2009
  • Ekim 2009
  • Eylül 2009
  • Ağustos 2009
  • Temmuz 2009
  • Haziran 2009
  • Mayıs 2009
  • Nisan 2009
  • Mart 2009
  • Şubat 2009
  • Ocak 2009
  • Aralık 2008
  • Kasım 2008
  • Ekim 2008

Kategoriler

  • Duyuru/İlan
  • Günlük
  • Hikayeler
  • inceleme
  • Uncategorized
  • Şiirler

Blogroll

  • Basit Mevzular
  • Ejderha Terbiyecisi
  • Grafik Tasarım
  • Karanlık Serisi
  • WordPress.com
  • WordPress.org

Popüler Yazılar

  • Renklerin Su Üstündeki Kutsal Dansı: Ebru Sanatı
Reklamlar

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Vazgeç
Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası