Survivors, iki senedir yayınlanan distopik bir İngiliz dizisi…
Başlığın dizinin ruhunu özetlediğini belirterek başlamalıyım. Yazımın sonunda bu cümleyle attığım teoriye ulaşmayı ümit ediyorum.
Survivors, tüm dünyayı etkileyen bir tür gribin insanları öldürmeye başlaması ile açılıyor. Tipik grip belirtileri gösteren hastalar bir kaç gün içinde yüksek ateşin sebep olduğu çeşitli hasarlardan dolayı ölüyorlar ve dünya nüfusunun %99’dan fazlası bu virüsten etkilenip yok oluyor.
Hastalığa yakalanan ama iyileşmeyi başaran Abby, ergenlik çağındaki Müslüman çocuk Najid, ailesiyle sorunlu ilişkileri olan ve hayatta yalnız kalmak isteyen Greg, cinayetten ötürü hapse düşmüş soğukkanlı katilimiz (ve şahsen dizinin anti-kahramanı, en ilgi çekici karakteridir) Tom, tüm sevdiklerini yitirdiği için derin bir bunalımda olan doktorumuz Anya, kimliğini reddeden başka doğu kökenli bir karakter olan Halim… Dünyayı kırıp geçiren hastalıktan sağ çıkmayı başaran bu bir grup insan; azalan yiyecek, su gibi ihtiyaç maddeleri için yaşam mücadelesi verenler, olmayan otoriteden dolayı Mad Max dünyasına dönüşmeye eğilimli kaos ve bir yandan da devletin arta kalanlarının insanlık adına oluşturmak istediği despot yönetim arasında sıkışıp kalacaklardır.
Özellikle kıyamet sonrası bomboş şehirlerin görüntüsü, yozlaşan ve vahşileşen insanoğlunun yapabileceklerinin sınırının keşfi ve çok fazla ipucu vermeden dile getirmek gerekirse bu virüsün aslında doğal değil yapay bir silah olma ihtimali…
Kanunun olmadığı yerde insanlığınızdan ne kadarını koruyabilirsiniz gibi bir soruyu sık sık yüzümüze çarpan; güçlü erkeklerle yatıp onların korumasına sığınan güzel kadınlar, tüm bunun yeni bir nuh tufanı olduğunu ve tanrıyla konuştuğunu iddia eden peygamberler ve çılgın bilimadamları gibi renkli yan karakterler sunan dizi tür meraklıları için hoş bir seyirlik. Ancak önceden belirtmek gerek ne yazık ki gizem, aksiyon ve bilim kurgu hususunda bir hayli zayıf. Daha çok drama ağırlıklı olan ve arka plandaki hikaye yerine karakterler arasında iletişime ve karakterlerin gelişimine odaklanan dizi diğer örneklerinden biraz zayıf hissettiriyor.
Bir de her nedense böyle bir hastalıktan kurtulmuş olmanın bir tür nimet olduğunu kabullenmeyip şu market bizim, bu hastane benim, şu sığınma merkezi yeni devletin başkenti modunda sürekli kendi iktidarlarını kabul ettirmeye çalışan gruplar bir süre sonra parodiye dönüşüyor. Kardeşim böyle bir felaketin ardından sağ kalmışsın ama ilk gördüğün insanı öldürmeye çalışıyorsun… Elbette kötü insanlar, hırsızlık vs. söz konusu olabilir ancak her nedense kahramanlarımız arasındaki uyum başka kimsede yok. Kahramanlarımız her zaman bir şekilde iyiyi yapıp araları bulabiliyor ya da kendilerini tehdit eden tehlikelerden sıyrılabiliyorlar. Başında da dediğim gibi bari hayatta kaldık, haydi birbirimizi öldürelim ruhu ikinci sezon boyunca da sürüp gidiyor. Çok elem verici bir olay yaşanmış, bundan ders çıkarıp birlik olalım, barışın ve kardeşliğin hükmettiği güzel bir dünya yaratalım ve eskileri de saygıyla yad edelim demek var mı hacı? Yok… Üstüne üstlük iki asil kahramanın Müslüman olduğu düşünülürse… Hiç yakışmamış, gerçi Halim’in karıdan kızdan ya da alkolden sıyrılıp da bir şükür ettiğini görmek henüz nasip olmadı…
Özetle; konu ilgi çekici geldiyse başından ayrılamayacaksınız ancak üzerindeki ‘olmamışlık’ havası sizi bir süre sonra rahatsız etmeye başlayacak ve güya ‘sürpriz’ olarak sundukları twistler gayet bayat hissettirecek…
Not: Koskoca bir salgından sağ çıkmışsın, gelsin başka insan elindeki bir pet şişesi su için seni öldürsün… Korkunç diyorum.