Etiketler
confessions, four lions, haunters, i saw the devil, inceleme, Scott Pilgrim vs. the World, sinefil, sinema, the way, troll hunter, warrior's way
ALTERNATİF FİLM ÖNERİLERİ
Son zamanlarda artan iş yoğunluğumdan, yazmaya zaman ayıramamaktan, günlük işlerin telaşesinden şikayet edip dursam da iki ya da üç günde bir mutlaka oturup bir film izleme rutinimi bozmuş değilim. İnsanın sinefil olduğunu anladığı anlardan biridir herhalde bu.
Sizler için evde izleyebileceğiniz alternatif film önerileri hazırlayım dedim, aman yanlış anlaşılmasın alternatif sinema örneklerinden değil sinemalarda gösterim şansı bulmamış ya da sessiz sedasız sinemalarımıza uğrayıp gitmiş, DVD olarak (bir kısmı henüz Türkçe çıkmadı) bulabileceğiniz filmler.
Mümkün oldukça sizi detaya boğup sıkmamak için yorumları özet tutmaya çalıştım, izlemek isteyenlerle her filmi bilahare keyifle uzun uzadıya tartışabiliriz. (Kitaplar, filmler, diziler hususunda bana yazmaktan çekinmeyin; mail adresim bahadiricel@hotmail.com)
Gelelim “Bu Aralar Ne İzlesek” Listesine;
I SAW THE DEVIL
İsminin hakkını veren (I Saw The Devil – Şeytanı Gördüm) bir film kesinlikle. İçimizdeki şeytanı keşfetme yolculuğu.
Hamile nişanlısı bir seri katilin kurbanı olunca intikam peşine düşen bir ajanın değişimini gözler önüne seren film ilk andan itibaren hem seri katilin gözünden, hem de peşindeki intikamcının gözünden bize resmen “şeytan”ı anlatıyor. Keza filmin sürprizlerinden biri sayılmayacağı için söylüyorum; daha yarısı bile olmadan katili bulup eline geçiren kahramanımız onu basitçe öldürme niyetinde değil. Yaptıklarını ödetmek için uzun süre acı çektirmek niyetinde. Bunu nasıl yaptığını öğrenmek isteyenlerin filmi izlemesi gerekecek, keza ilginç bir fikir gibi görünse de cin gibi bir seri katili öldürmeden bırakmanın ne kadar tehlikeli olabileceğini film bize gerilimi en üst düzeyde tutarak göstermeyi başarıyor. Tek kusuru diyebileceğim, pek çok uzakdoğu filminde de şahit olduğumuz gibi, bazı sahneleri fazla abartması, aksiyonu neredeyse inanılması güç sekanslara dönüştürmesi. Nedense eli yüzü düzgün, gerilimi gayet iyi kotarılmış ve gerçekçi akan bir filmde absürt denebilecek aksiyon sahneleri zaman zaman izleyiciyi akıştan koparabiliyor. Gerçi aksiyonu seven de var ama bence bu sekansları aksiyon filmlerine saklamak daha yerinde olacak gibi.
Yer yer kan revan, organ parçalarına şahit olduğumuz, bir “Testere” kadar olmasa da, şiddet içerikli bir film olduğundan aile filmi kategorisine girmediğini itinayla belirtmek gerek.
Senaryosu, kurgusu ve elbette kadrosu dört dörtlük. Hele ki Oldboy’un “Oldboy”u (Minsik Choi); The Good, The Bad, The Weird’ın “The Bad”i (Byung-hun Lee) gibi daha önceki çalışmalarında izleyiciler tarafından beğeni toplamış Koreli oyuncuları da filme ciddi bir artı katmış. Filmden hoşlananlar Kore Sinemasının yükselen yönetmenlerinden Jee-woon Kim’in diğer filmlerine de gönül rahatlığı ile göz atabilirler.
NOT: Bir de ne zaman bir Kore filmi izlesem, bu aşağıdaki Haunters (ve daha önce Memories of Murder – ki çok eğlenceli ve başarılı bir seri katil filmidir) için de geçerli, bu adamların ne kadar da bizlere yani Türklere ve Türkiye’ye benzediğini düşünmeden edemiyorum.
THE WAY
Dikkat dram var!
Tüm hayatını bir kenara bırakıp dünyayı gezmeye koyulmuş bir oğul. Onu bu (kendine göre) anlamsız maceradan vazgeçirmeye çalışan ama başarısız olan doktor bir baba. Oğlunun İspanya sınırında bir kazaya kurban giderek ölmesinin ardından hayatta belki de oğlundan başka biri olmayan Tom yıkılmıştır. Yaşlı adam, cesedi almak için İspanya’ya gittiğinde oğlunun eski Hristiyan hacıların yürüdüğü yolu yürüdüğünü öğrenir. Oğlunu anlamak ve belki de son görevi olarak bu yolculuğu tamamlamak için Tom, kendine hiç uymayan bir kararla bu günler sürecek yolu yürüme kararı alır. Yolda karşılaştığı insanlar onun hayata farklı bakmasını sağlayacak, hayatta yeni dostlar ve amaçlar edinmesine yardımcı olacaklardır.
Muhteşem İspanya manzaraları ile süslenmiş, buram buram turistik reklam kokan bir film olsa da (ki zaten İspanyol – Amerikan ortak yapımı) yalnızca görün demeyip geçtiği yerlerin tarihini ve kültürünü de bir nebze bizlerle paylaşan bir film “The Way”.
Hele ki eski sinefillerin özlediği Martin Sheen, Emilio Estevez gibi isimleri yeniden kamera karşısında görmek ayrı bir keyif veriyor. Filmin yönetmeni Emilio Estevez, yönetmenlikte oyunculuktan daha iyi gibi duruyor.
“The Way”, basit, naif ve yer yer de eğlenceli bir film. Büyük beklentilere girmeden ekran başına oturanlar için çok keyifli bir seyirlik.
“EL Camino De Santiago” görülmeye ve yaşanmaya değer bir macera gibi duruyor.
HAUNTERS
Haunters da bir Kore filmi. Daha çok bir Kore Sineması B filmi gibi. Sakın yanlış anlamayın, çok başarılı ve etkileyici bir film. Tahmin ediyorum bir kaç sene sonra Holywood’ta Nicolas Cage’li bir yeniden çevrimini görebiliriz.
Filmin konusuna kısaca değinmek gerekirse; insanların beyinlerini kontrol edebilecek üstün bir yeti ile doğmuş bir çocuk büyüdükçe bir yarı tanrı gibi sokaklarda dolaşıp istediğini yapan bir süper kötü adama dönüşmüştür. Tabi ki işi bittikten sonra, genelde soygun ve adam öldürme, insanlara olup biteni unutturduğu için kimse tarafından farkedilmemektedir. Ta ki eski hurdalık işçisi Kyu-Nam’la karşılaşana kadar. Kyu-Nam, bir otobüs çarpması sonrası mucize bir şekilde hızla iyileşen basit hatta aptal denebilecek kadar saf bir insandır. İşinden kovulunca kendini bir tefecinin dükkanında bulur. Doğaüstü beyin yıkayıcımızın bu tefeciyi soymaya gelmesi ile Kyu-Nam, bu adamın güçlerine karşı bağışıklğı olduğunu öğrenir. Adamın yaptığı kötü ve çirkin şeyleri, Kyu-Nam o her zaman doğrunun peşindeki iyi gönlüyle engel olmaya çalışacaktır. Fakat en yakınlarının bile birer kukla gibi elinde bıçakla üzerine gönderebilecek bir adama karşı ne şansı vardır ki?
Özellikle kötü adamımız, gücünü kullanırken göz bebeklerinde parlak bir halka oluşmaktadır ve gücünü kullanmak için kurbanlarını görmesi gerekmektedir, metro, sokak gibi yerlerde toplulukları kontrol edip kahramanımıza saldırttığı bölümler gerçekten ilgi çekici. Kötü adamımız belki de koşup kaçamasın ve gücünü bol bol kullansın diye tek bacağından yoksun. Protez bir bacağa sahip. İyi adamımızın avantajı ise onu seven dostları ki bunlardan biri Ganalı biz zenci ve biri de Türk. Evet bir Kore filminden “Uzun İnce Bir Yoldayım” diye türkü söyleyerek dolaşan, oyuncu gerçekten Türk kökenli mi bilmiyorum, birilerini görmek ayrıca yüzümü gülümsetti.
Olaylar gerçeküstü olunca bazı sahnelerin “”yok artık” demeye varması rahatsız etmiyor ancak yaklaşık iki saat gibi bir süreye sahip olan filmin bazı sahneleri tekrarmış gibi geliyor ve fazlaca sarkıyor. Yönetmen ya da senarist bizlere “beyin kontrol eden birileri neler yapabilir”i farklı mekan ve şartlarda gösterip duruyorlar.
Yine de mutlak iyi ve mutlak kötüyü kesin bir çizgi ile ayırmaktan çekinmeyen, sanki anime senaryosu olarak yazılmış hissiyatı veren, bizi görsel efektlere boğmadan derdini sakin sakin anlatan güzel bir film Haunters. Bu küçük inciyi keşfedin derim.
CONFESSIONS
Bir cinayet öyküsü ne kadar farklı ele alınabilir? İşte bu soruya verilmiş ilginç bir deneme bu Japon filmi, en iyi yabancı film dalında Oscar aday adayı kendisi ayrıca.
Bir lise öğretmeni düşünün, beş – altı yaşlarındaki küçük çocuğu annesinin dersinin bitmesini beklerken okulun havuzuna düşüp boğuluyor. Elbette bu bir kaza değil, birileri onun havuza düşmesine sebep oluyor ve bu birileri öğretmenin öğrencilerinden…
Film, olayla yakından uzaktan ilgili olan öğretmenler ve öğrencilerin gözünden itiraflar şeklinde parça parça anlatılıyor ve izleyici her parçada olayın bir kısmını çözüyor, yukarıda basitçe değinilen hikaye dallanıp budaklanarak etkileyici küçük parçalar ve pek çok olaya bağlanıyor. Hatta anlatıcıların bir kısmı da tahmin edebileceğiniz gibi katillerin ta kendisi. Film gücünü hikayesi ve kurgusu kadar adeta bir resim güzelliğinde işlenmiş geçişlerinden ve görüntülerinden alıyor. Ölümü anlatan bir hikaye olarak fazla hayat dolu görünüp izleyicinin iyimser umutlarını tepetaklak etmede büyük başarı gösteriyor. Dikkat edin, bir değil birden fazla kez “twist”ler sizi bekliyor ve ağır ilerlemesine rağmen sonuna kadar sizi merakla ekrana kilitliyor.
TROLL HUNTER (TROLLJEGEREN)
Bu kış izlediğim en iyi filmlerden biri Troll Avcısı, Norveç yapımı bu film günümüze hala trollerin yaşadığını, vahşi doğa içinde insanlara görünmeden hayatlarını sürdüren vahşi yaratıklar olduğunu anlatıyor bize. Blair Witch’ten hatırladığımız omuzda kamera, belgesel yapan öğrenciler formülünü gayet başarılı bir şekilde kullanmışlar Kuzey Avrupalılar ve ortaya gerçekten etkileyici bir iş çıkmış. Sizleri olmayan bir şeye (gerçekten yoklar mı?) inandırmayı başarıyor ve bu bile filmin ne kadar güçlü olduğunu kanıtlıyor. Görsel efektlerin hiçbiri sarkmıyor, ustalıkla kotarıldığını her sahnede kanıtlıyor. Merak ve gerilimi sonuna kadar ayakta tutup nefes kesen bir finalle bizi adeta daha fazlası için beklemeye alıyor… Ormanlarda, mağaralarda, karlı dağlarda bölgesinden çıkıp da uygarlığı tehdit edebilecek sınırlara gelen trolleri avlamaya hazırlanın… Troll Avı’na çıkıyorsunuz… Unutmayın onlar inançlıların kanının kokusunu alırlar, elinizde güneş ışığı olsun çünkü onları taşa çevirip yenmenin neredeyse tek yolu bu… Dikkat edin bazılarının birden fazla kafası olabilir!
FOUR LIONS
Sakın alınganlık gösterip Müslümanlara edilmiş bir hakaret olarak görmeyin bu filmi, hayatta amacını kaybedip kendi çapında cihat ilan eden dört “saf” adamın hikayesi. Ömer, Waj, Barry ve Faysal düzene, sisteme, görüp görebildikleri herşeye karşı savaş ilan ediyorlar ve kendilerini şehit edecekleri bir canlı bomba eylemi tertip etme gayretindeler. Pakistan’a gidip de silah kullanmayı öğrenmekten tutun da kargalara bomba bağlayıp “yahudi binalara” göndermeyi öğretmeye çalışacak kadar çılgınlar. Hatta bir cami bombalayıp da ılıman müslümanları sokaklara dökmek gibi “radikal” fikirlere bile sahipler. Tabi ki iş uygulamaya gelince çuvallamaları kaçınılmaz… Dramatik yapısına rağmen eğer ön yargılarınızdan arınıp izleyebilirseniz sizi kahkahalara boğacak sahnelere sahip Dört Aslan. Elbette aynı potansiyeli gözlerinize yaş doldurabilecek sahnelerle destekliyor.
Elbette ne yazık ki sterotip ve terörist müslüman imajını da pazarlayan ve bu konuda eleştirilebilecek bir film; ancak az çok derdini, ılıman ve hiçbirşey yapmayan müslümanların yalnızca bir su tabancasından dolayı göz altına alınması gibi devlete yönelik eleştirileriyle kendini aklamaya çalışması da affedici olabilir.
İzlemeyi düşünenler için bir öneri; kafir koyunlara dikkat edin!
THE WARRIOR’S WAY
Listenin içindeki en Holywood film olan Warrior’s Way, masalları, uzak doğuyu, samurayları, kovboyları, vahşi batıyı ve düelloları sevenler için ortaya karışık eğlenceli bir hikaye seriyor. Güçlü bir derebeyin bebeğini öldürecek dirayeti kendinde bulamayıp bebeği de alıp uzaklara, yeni dünyaya kaçan bir suikastçının hikayesi anlatılıyor. Bir samuray/ninja olan kahramanımız herşeyden uzak, çölün ortasında, tamamlanmamış bir sirkin kıyısındaki bir kasabaya sığınıyor. Renkli karakterleri, gerçeküstü havası, göz dolduran görsel efektleri ile eğlenceli bir seyirlik “The Warrior’s Way”. Aksiyon, biraz dövüş kareografisi, bol bol da görsel efekt dışında çok fazla şey de beklemeden izlemek gerekiyor.
Scott Pilgrim vs. the World
Scott Pilgrim, sevdiği kızın kalbini kazanmak için onun yedi eski erkek arkadaşını yenmek zorunda. O eski bilgisayar oyunlarından bildiğiniz yumruk yumruğa dövüşle bunu yapacak ve size adeta eski atari salonlarında, oyun makinelerinin önündeymiş hissini yaşatacak. Gerçeküstü sekansları ile bu kadar absürt, eğlenceli, uçuk olduğu kadar da sürükleyici ve derli toplu bir filmi de ancak Edgar Wright gibi bize Shaun of The Dead, Hot Fuzz gibi filmler hediye etmiş bir adam yapabilirdi. (Yönetmenin tüm filmlerini tereddüt etmeden izleyebilirsiniz, çok eğlenceli ve başarılı yapımlar…) Bilgisayar oyunları, tekno müzik, aşk için savaşmak gibi kelimeler kanınızı kaynatıyorsa bu filme mutlaka göz atın… Çizgi roman uyarlaması olduğunu da belirtmeden geçmeyelim…
Yazacak ne kadar da çok şeyim varmış… Bir bu kadar film daha vardı söz etmek istediğim ancak zannediyorum okumaya niyetlenenlerin gözünü yeterince korkuttum. Yazmaya fırsat bulamadım ama “The Way Back”, “Just Go With It”, “The Eagle”, “Vanishing On 7th Street”, “Another Year” da bir göz atabileceğiniz filmler… Onları da bir başka yazının konusu yapalım. Son olarak bir kaç not, iyiler olduğu kadar kötüler de söz konusu…
Büyük bir hevesle izlemeye niyetlenip beni hayal kırıklığına uğratan (çok kötü demeyelim de, beklentilerimi karşılamayan diyeyim); The Rite, Insidious, Battle: Los Angeles gibi filmlere de zaman ayırmadan iki kez düşünün derim… Ancak zevkler tartışılamaz öyle değil mi?
İYİ SEYİRLER…